Katladık arşivinden...
BİR YERALTI DÜŞÜ İÇİN KATLADIK!
Kimi metropollerin bazı kitabevi ya da müzik marketlerinde, yazarkasalarının yanı başında küçücük bir stand vardır. Şimdilerde, içinde sadece ücretsiz broşürlerin bulunduğu bu küçücük standın sağında solunda, önünde arkasında, koca koca puntolarla şuna benzer ifadeler yazılıdır: Katladık - Cebinize göre kültür-sanat dergisi - Büyük düşün, küçük harflerle yaz - Cebinize göre katladık...
Böylesi garip bir karşılaşma, ilk anda okuyucunun muhayyile çeperini daraltabilir belki ama, öte yandan merak duygusunu da harekete geçirecektir. Hele bir de standın içinde, arka arkaya sıralı 10.5 cm x 15 cm’lik ebatlardaki kapağında ‘büyükçe’ bir Sunay Akın fotoğrafının üzerine “Sunay Akın’la Nobel’i katladık” anonsunun gömüldüğü “Katladık” dergisi de varsa, merak duygusu yerini şaşkınlığa bırakıp okuyucunun imgeleminde düpedüz algısal bir hengameye yol açacaktır; ve minicik, oldukça da şirin bir görünüme sahip olan bu cep kültür-sanat dergisini katlama yerlerinden usul usul açarken, bütün karmaşık duyguları da kaçınılmaz olarak bir sempati halesiyle çevrelenecektir.
Sözgelimi, derginin arka kapağında Lale Müldür ve küçük İskender’in fotoğrafı ve verili şiir anlayışına ilişkin çarpıcı açıklamalar yaptığı spotlardan oluşmuş ‘Kibrit Kutusu’ adındaki bir köşesini görecektir; ya da Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Orhan Pamuk’un edebi kişiliğinden uzaklaştırılarak şahsında başlatılan ‘linç’ ve ‘karalama’ kampanyasının arka planında sürdürülen gölge oyunlarının açığa çıkarıldığı Sunay Akın söyleşisiyle karşılaşacaktır; sonra, yine Nobel’e ilişkin Nihat Genç ve Murat Belge’nin ‘haftanın katlayanı’ ve ‘haftanın katlananı’ köşesini ve Sartre’ın Nobel’i reddediş öyküsünü anlattığı mektubun tam metnini; Nuri Bilge Ceylan’ın İklimler filminin yorumlanışını; mizah yazılarını, öyküleri ve şiirleri izleyecektir... ve böylesine alansal bir darlığın kendi sınırları içinde nasıl olup da bu ölçüde yoğunlaştırılmış bir kapsam genişliğine ulaşabildiğini anlamaya çalışırken, bir yandan yine katlama yerlerinden usul usul kapatıp cebine koyacak ve bir yandan da tebessüm edip kendi kendine mırıldanacaktır: “Katladık!”
Çünkü söz konusu ebat, herkesin bildiği sıradan bir A-3 ebatıdır ve herhangi bir A-3 kâğıdının orantılı bir biçimde 8’e katlanmasından oluşmuştur; böylelikle ortaya 16 sayfalık bir ‘cep dergisi’ çıkmıştır. Fotokopi baskı olduğu için düşük maliyetli, hazırlanışı kolay; herhangi bir bilgisayarla, birazcık görsel zekâ ve bir parça hayal gücüne sahip herkesin hazırlayabileceği türden bir ‘kültür-sanat dergisi’... Sığ ve dar bir alanda, işlevsel bir derinlik ve anlamsal bir yoğunluk yaratmaya aday bütün gençlerin yeteneklerini sınayabileceği türden bir dergi.
Birkaç aydır bazı kitabevlerine hesap sorar tarzda sorular yöneltiliyor okuyucularımız tarafından: “Katladık geldi mi?”, “Yeni sayı çıktı mı?”, “Yine mi yok!”, “Niye çıkmıyor!”
Kısa bir süre sonra, ara verdiği yayın serüvenine ‘12 Eylül’ konulu dosyasıyla kaldığı yerden devam edecek olan “Katladık”, yeni dönemde yepyeni bir anlayış doğrultusunda atacak adımlarını: Mesela, ağırlık merkezini İstanbul kitabevlerinin oluşturduğu, Ankara, İzmit, Sakarya ve Konya ile 5 ilde ve 30 farklı noktada okuyucularının beğenisine sunulan “Katladık”, yeni dönemde stand sayısı ve dağıtım noktalarını artırarak, künyesinden resmi ibareleri kaldırarak, satış ücretini 1 YTL’den 50 kuruşa düşürerek ‘nerde kalmıştık’ diyecek okuyucularına... 12 Eylül darbesi, Töre Cinayetleri, Çingeneler gibi sayısız dosyasıyla ülkenin sosyal-siyasal ve kültür-sanat gündemini ‘katlama’ya devam edecek... Bambaşka ve değişik formatlarda hareketli sayfalar yapıp sıradışı köşeler hazırlamayı sürdürecek...
Ama daha da önemlisi, yeni sayıda okuyucularımızın “Katladık” logosunun üzerinde küçücük puntolarla “İstanbul” ibaresini görecek olmalarıdır; yani “İstanbul Katladık”...
Bunun nedeni, “Katladık” dergisinin ikinci sayısında gerçekleştirdiği ‘yayın politikası’nda saklıdır: Sadece genç yazarlarının bildiği -ilk anda kimi arkadaşların itirazlarına rağmen giderek kabul gören- bu şey, dergideki yazıların bir ‘ana iskelet’ etrafında dönüp durmasıdır; bir başka ifadeyle, derginin herhangi bir sayısının ‘omurgası’nı belli başlı yazıların oluşturması, kalan yazıların ise durmaksızın değişerek, dönüşümlü olarak ‘omurga’yı tamamlamasıdır. Okuyucunun herhangi bir kitabevinden satın aldığı “Katladık”, dikkatle incelenmediği sürece asla fark edilemeyecek biçimde, ‘dosya konuları’na sadık kalınarak, ‘sabit sayfaları’ hiç değiştirilmeden tasarlanmıştır; yani “Katladık” standındaki bir dergide keyifle okunabilecek bir yazı, aynı derginin bir başka basımında kesinlikle olmayacaktır. Çünkü ne ben, ne de bir başkası; ne Zafer Çakır, ne Yeşim Ağaoğlu; ne Güler Bulgurcu, ne Demet Kotan; ne Çetin Akman, ne de Said Aydın; hiçbiri ama hiçbiri “Katladık”tan daha önemli değildir; birinci nedeni budur.
İkinci nedeniyse; boyutları itibariyle dağıtımın sağladığı kolaylığın yanı sıra, kolay hazırlanışı ve maliyetin düşük oluşuyla, örgütlenme pratiğine yeni ve biçimsel bir alan açmış olmasıdır. Bu bir ‘yeraltı düşü’dür; ve şu anlama gelmektedir: İllerden başlayarak, ilçelere, mahallelere değin uzanacak bir örgütlenme şeklidir; “Ankara Katladık”, “Bursa Katladık”, “Konya Katladık” gibi...
Birileri kalkıp bize diyecektir ki: “Siz ülke gündemini iyi katlayamıyorsunuz kardeşim!”
Biz onlara şöyle yanıt vereceğiz: “Buyrun siz katlayın! Siz daha iyisini yapın, görelim!”
Hep ‘daha iyi olma’ ve ‘daha iyisini yapma’ iddiasıyla yola çıkacak olan ‘katladıkçı’ların adımı, her seferinde, bir ‘pozitif tepki’den hareketle, illerden ilçelere, mahallelere ve giderek daha uzak ve ütopik bir ‘beklenti’nin yansıması olarak ve daha küçük birimlere bölünerek caddelere, sokaklara, okullara, işyerlerine, cezaevlerine, olumsuz yaşam koşullarının bulunduğu neresi varsa, bütün o alanlara yayılacak ‘düşünsel-yazınsal’ bir örgütlenmenin adımıdır. Şunun gibi: “Hakkari Katladık”, “Kızılay Katladık”, “Hacettepe Katladık”, “Şişe Cam Katladık”, “Kocaeli 1 No’lu F Tipi Katladık”...
Başlı başına bir politik örgütlenme biçimi değildir “Katladık”, çünkü ‘merkezileşmiş’ ilişkilenme biçimlerinden uzak olarak tahayyül edilmiştir ve bu şekliyle ‘hâkim düşünüş’ün dışında duran bir yerde kurgulanmıştır; ‘yazan-okuyan’, ‘yöneten-yönetilen’, ‘etken-edilgen’, ‘edebiyatiçi-edebiyatdışı’, ‘nitelikli-niteliksiz’, ‘politik-apolitik’ gibi ‘ayrımları’ tekrar tekrar sorgulamayı ilke edinmiştir kendine. Belki “İstanbul Katladık”ın, önceki sayılarda olduğu gibi, kültür-sanat eksenli bir yayın politikası olacaktır yine; ama “Ankara Katladık”ın politik perspektifli bir yayın anlayışı gütmesine, kendi girişimcilerinden başka hiç kimse karışamayacaktır; ya da “Kocaeli Katladık”ın bir ‘öykü dergisi’ olmasına kimse itiraz edemeyecektir. Yeter ki, yayın politikasını militarist, faşist, cinsiyetçi bir söylem üzerine inşa etmesin ve her zaman için ‘katlama’ya değer bir ‘gündemi’ olsun. Nasıl olsa, küçük birimler halindeki ‘katladıkçı’lar, her halükârda geniş bir düşünsel platform üzerinden yazınsal-yaşamsal deneyimlerini zaten sürekli tartışıyor ve sorguluyor olacaklardır.
Hepinizin anlayabileceği gibi, bu yazı ‘basit’ bir tanıtım yazısı değildir; daha çok, genel hatlarıyla ‘düşünsel-yazınsal’ bir ‘anarşi örgütlenmesi’ne giriş niteliği taşıyan bir teorik temellendirme ‘arayışı’dır. Bunu en iyi “Katladık” yazarları bilir. Birçoğu saygın ve köklü edebiyat dergilerinin yanı sıra, kültür-sanat yayın organlarından ulusal gazetelere değin uzanan geniş bir ‘yazın’ tecrübesine sahiptir; ne var ki bunun da hiçbir önemi yoktur ve üzerinde durulmaya bile değmez; “Radikal”, “Varlık”, “Yasak Meyve”de yazıyor olmakla “Katladık”ta yazıyor olmak arasında sadece ‘nicelik’ açısından bir fark vardır, bunu en iyi onlar bilir... yazısını ilk defa yayımlayan bir kişiyle kendi yazısı arasında ‘nitelik’ açısından hiçbir fark olmadığını da... Yoksa onca basılı dergiyi saatlerce tek tek ‘katlama’yı ne diye göze alsınlar ve ellerinde standlarla kitabevlerinden kafelere değin derginin dağıtımını ne diye üstlensinler. Bir tek şeyi çok daha iyi biliyor ama “Katladık” yazarları: “Katladık”ı eğlenerek çıkarıyorlar ve onu çıkarırken aldığı keyfi çok az şeyden alıyorlar.
Yukarıda anlatılan şeylerin gerçekleşebilme olasılığı, henüz iki sayı çıkmasına karşın, “Katladık”a yönelen yoğun ilgide aranmalıdır. Önümüzdeki sayı “İstanbul Katladık”, belli bir yayın periyoduna bağlı olmaksızın çıkmaya başlayacaktır. Ve yayınlandığı süre boyunca, kendi imkânlarıyla yarattığı dağıtım kanallarını genişletip İstanbul dışındaki bütün ilişkilerine ‘artık kendi yayınınızı’ çıkarın mesajını verecektir. Kendine güvenemeyen çevreler, belki de sonsuza değin “İstanbul Katladık”ın bünyesinde yazmayı sürdüreceklerdir; ama ‘daha iyisini yaratabileceği’ iddiasını taşıyanlar, öyle veya böyle bir adım atmış olacaklar ve “İstanbul Katladık”la daha eşit ve daha koordineli ilişkiler kuracaklardır. İstanbul dışında başlatılan her yayın faaliyeti, “İstanbul Katladık”ın ‘oradaki’ yayın faaliyetine son vermesiyle gitgide bağımsızlaşacak, belki de düşünsel-yazınsal deneyimlerin tek bir potada ortaklaşıp kuramsal bir temel oluşmasına da olanak tanıyacaktır. Bütün bunların başarılabilmesi için, yayının resmileşmesine de gerek yoktur; çünkü legal, açık bir yayın anlayışının ‘yasallaşma’yla hiçbir ilişkisi yoktur ve ‘legalite’nin ancak toplumsal meşruiyet zemininde bir anlamı olabilir.
Toplumsal hafızanın ve kolektif duyarlılığımızın sembolik bir görünümü olan “Katladık”, önümüzdeki günlerde, ‘yolunda gitmeyen’ her şeyi yine kendi üslubunca ve bildiği kadarıyla ‘katlama’ya devam edecek...
Bu bir ‘yeraltı düşü’dür ve şimdilik kitabevleri, müzik marketler ve kafelerin başköşesini işgal etmiştir; yazarkasaların yanı başında durmaktadır. Toplumsal yaşamın başköşesine yerleşebilecek midir, bunu bilmiyoruz.
İzleyip birlikte göreceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder