5 Aralık 2011 Pazartesi

Öykü Dersleri

Melankoli Yazıları’ndan...

ÖYKÜ DERSLERİ

İçinde şuna benzer ifadelerin geçtiği, başından sonuna ‘amatörlük’ barındıran, özentili bir dille kurulan öykülere, kendimi bildim bileli sinir olmuşumdur, -parantez içi vurgulamalar bana aittir-, dikkatle okuyunuz:

“Sarıyla grinin bütün tonlarının buluştuğu bir coğrafyada bırakmıştı çocukluğunu. Hiç de pişman değildi. Niye olsundu ki? Nihayetinde kendi seçimi değil miydi acı dolu geçmişinden kaçıp kurtulmak? (Bu ne yahu!) Sarıya çalan günbatımları ve külrenkli sabahlar, kederle büyüyen gözlerine dokunamazdı bundan böyle. Baba sevgisinden yoksun, anne şefkatinden bihaber bir geçmişin yaralarını şimdi kim saracaktı? Kim avutacaktı hüzün dolu çocukluğunu, kim silecekti buğulu gözlerinden damlayan yaşları? Kim, kim? (Gel yavrucuğum, Konya bu tarafta!) Başını yaslayabileceği, güven duyabileceği bir omuza öylesine hasretti ki...” (De get lan!)

Ya da ‘şiirsel’ bir metin yazma telaşında olan arkadaşlar: (Kusura bakma kardeşim, bunu yapmak istemezdim, ama sen istedin!)
“Ayrışmalar yaşadığımızı söylüyor günlerdir. İçimde çöreklendiğinin bilincinde... (Ne! Çörek mi dedin, bayılırım!) Kötülüğü, buradan çıkarak yapacak bana, giderken götürecek sorguyu. (Neyi götürecek, anlamadım! Durun daha bitmedi, asıl hezeyan şimdi okuyacağınız satırlarda gizli.) Koşulsuz inanacağım tanrının bir oyuncakçı olduğuna. Kararsızlığı sadece bana... Gitmek ve gitmemek arasında. Araf’ta... Kör boşlukta, sessizliğin tahammül edilemez çıldırtıcılığında...” (En son kaça olur, sen onu söyle!)

Henüz ‘olgunlaşmamış’ bu tarz metinlere sayısız örnek verilebilir. Ama mevzu o değil. Sadece, öykü ve öykücülüğümüze ilişkin ‘hayati’ bir saptama yapmakla yetinelim şimdilik:
Piyasadaki öykü dergilerinde yayımlanan öykülerin büyük bölümü, ‘dilsel’ sorunlar içermeyen, ‘metnin armonik yapısı’na nispeten özen gösterilen, ‘yetkinleşmiş’ örneklerdir; ancak kelime ve cümlenin metnin bütünlüğü içindeki ‘tartımı’, ‘sessel-düşünsel’ ahengi, her zaman için öykünün ‘ritmik/armonik’ bir yapıya kavuşmasına neden olmayabilir ve ruhunuzda hiçbir ‘dalgalanma’ yaratmayan, ‘soğuk’ metinler olarak kalabilir. Adam Öykü dergisinin kapandığı yıllara değin yayımladığı öyküler gibi; sözgelimi o ay içersinde ortalama otuz öykü yayımlanmışsa, sizi heyecanlandıran iki ya da üç öyküyle karşılaşırsanız kendinizi şanslı saymalısınız. Her ne kadar bu tip metinler -genelde- ‘soğuk metinler’ olsa da, hiç değilse asgari düzeydeki önceliklerini tamamlamışlardır; okurken, satırlara, sözdizimlerine pek takılmazsınız. İnan Çetin, Ömer Ayhan, Saliha Yadigar, Adam Öykü dergisinin yayın hayatına son verene değin takip edebildiğim ve severek okuduğum birkaç öykücüden ilk anda aklıma gelenler sadece.

Neyse, bu kadar ‘tanıtım’ yeter.
Şimdi size öykü ya da öykücük nasıl yazılırmış göstereyim; bu kıyağımı unutmayın ve mümkünse her yerde söyleyin:

Kapıdan içeri girdiğinde ortalığı büyük bir toz bulutu kaplamıştı. Kafasında toz bulutu imgesini yaratan, aslında birkaç masa ve bir iki sandalyenin devrilmiş halde sağa sola savrulmuş görüntüsüydü daha çok.
Yerdeki cam kırıklarını süpüren garsona, “Neler oluyor burada? ” dedi yutkunarak.
Sorusuna yanıt beklemeden alelacele pantolonunun sağ cebine attı elini. Artık okunmaktan buruş buruş hale gelmiş prospektüsünü çıkardı cebinden. Sevgiyle baktı. Prospektüsü yanındayken kendini güvende hissediyordu.
Her zamanki gibi okumaya Farmakolojik Özellikleri’nden başladı:
“Siprofloksasin sentetik bir fluorokinolon derivesi olup kuvvetli bir bakterisid etkiye sahiptir. Etki mekanizması bakterilerin DNAgiraz enzimini inhibe etmesi yoluyladır. Siprofloksasin bakterilerin hem yavaş, hem çabuk bölünme ve büyüme fazlarında etkilidir. Siprofloksasin diğer antibiyotiklerle kombine edilirse additif etki ve sinerjistik etki gözlenir.”
Ne diyorsun, anlamıyorum, diye geçirdi içinden. Ama olsun, yine de seviyordu prospektüsünü.
Tekrar sordu garsona: “Neler oluyor?”
Garson da, “Bilmiyoruz, sabah açtığımızda böyleydi!” diye yanıtladı onu.
Avucunda, farkında olmaksızın heyecandan sıktığı ve daha da buruşturduğu kâğıt parçasını fark etti bir anda, ağlamaklı gözlerle mırıldandı: “Özür dilerim, özür dilerim! ”
Sanki incitmekten korktuğu bir çiçeği tutarmışçasına, zarif hareketlerle yeniden açtı buruşuk kâğıt parçasını. Bu kez karşısına çıkan prospektüsün Endikasyonları’ydı:
“Siprofloksasin aşağıda gösterilen siprofloksasine duyarlı patojen bakterilerin neden olduğu enfeksiyonların tedavisinde endikedir. Akut Sinüzit: Haemophilus influenzae, Streptococcus pneumoniae ve Moraxella catarrhalis. Alt solunum yolu enfeksiyonları: Escherichia coli, Klebsiella pneumoniae, Enterobacter cloacae, Proteus mirabilis, pseudomonas ceruginasa...”

Hızlı hızlı geçti satırları... nihayet aradığını bulmuştu işte:
“...ve Streptococcus pneumoniae’nın etken olduğu bronşit, pnömoni, bronkopnömoni, Moraxella Catarrhalis’in etken olduğu kronik bronşitin akut alevlenmelerinde...”

Evet, tam da düşündüğü gibiydi. Ama yine de rahatlayamamıştı, tedirginliği atamıyordu bir türlü üzerinden. Çarçabuk öteki bölümlerine baktı prospektüsün ve asıl okuması gereken yeri, her seferinde niye unuttuğuna şaşarak sürdürdü okumasını:
“Kullanım Şekli ve Dozu: 12 saatte bir, 500 mg...”
“Oh! şükürler olsun!” dedi.
Devrilmemiş masalardan birine geçti.
Prospektüsüne son kez sevgiyle bakıp cebine koyarken, yerdeki cam kırıklarını süpüren garsona:
“Bir çay,” diye seslendi, “demli olsun!”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder