4 Aralık 2011 Pazar

Selim Sesler'le Çingene müziğini konuştuk...

 Selim Sesler'le Bir Konuşma:

Çingene müziği keşfedildi, Çingeneler itibar kazandı


Biz Türkler, başkasından görür, öyle severiz. Mesela benimle ilgili iki ay önce Guardian'da bir yazı çıktı, hakkımda güzel bir yazı yazıldı, bizim bütün gazeteciler bu yazıyı okur okumaz, hemen bizim eve baskın yaptılar. İlgilendikleri için onlara da teşekkür ediyorum ama, durum böyle. Önce dışarıdakiler kıymetimizi anlıyor, sonra bizimkiler önemsiyor.


Kaç yaşından beri klarnet çalıyorsunuz?
Sekiz-dokuz yaşından beri... Ama profesyonel anlamda on dört-on beş yaşından beri çalıyorum. İlkin, köy düğünlerinde çalmaya başladım. Sonra askerlik girdi araya. Askerde de Bando Takımı'ndaydım; notayı orada öğrendim. Askerden dönünce hemen İstanbul'a geldim, burada çeşitli musiki derneklerine gittim, repertuvarı ve nota bilgimi geliştirdim. Böyle böyle buralara kadar geldik, tırnaklarımla kaza kaza...

Çingene müziğinin dünya çapında ve ülkemizde tanınmaya ve saygınlık kazanmaya başlaması 90’lı yıllara mı rastlıyor?
Evet... Sanırım 95’lerden sonra Roman müziği önemsenmeye ve gündeme gelmeye başladı. Türkler, 95'lerden sonra dünya müziğiyle ve Roman müziğiyle ilgilenmeye başladılar. Macaristan’da, Romanya’da, dünyanın her yerinde yapılan Roman müziğine, dünyanın da pek ilgisi yoktu o yıllarda. Biz Türkler, başkasından görür, öyle severiz. Mesela benimle ilgili iki ay önce Guardian'da bir yazı çıktı, benim hakkımda güzel bir yazı yazıldı, bizim bütün gazeteciler bu yazıyı okur okumaz, hemen bizim eve baskın yaptılar. İlgilendikleri için onlara da teşekkür ediyorum ama, durum böyle. Önce dışarıdakiler kıymetimizi anlıyor, sonra bizimkiler önemsiyor.

Dünyada ve Avrupa’da önplana çıkan müziğiniz mi, yoksa kimliğiniz mi?
Tabii ki önplana çıkan müziğimdir. Sen müziğini iyi yapamadıktan sonra kim olursan ol, zaten hiçbir şey değilsindir, çünkü senin kimliğin müziğindir, kültüründür.

Kültürümüz içinde kimliğiniz nasıl bir yere sahip sizce?
Bizim toplumumuzda eskiden ‘aşağı’ bir topluluk gibi bakılıyordu Romanlara. Romanlar hırsızdır, Romanlar fuhuş yapar... Ama 95'lerden sonra, Türk toplumunun kültürel zenginliği iyice ortaya çıktı. Bence, çok iyi yoldayız. Ama biz Türkler sonradan algılıyoruz biliyor musunuz; kendi varlıklarımızı, kendi kültürümüzü, kendi değerlerimizi dışarıdan onay alarak seviyoruz. Biraz kompleks de var. Bazı kişilerin, bazı toplumların bizden önde olmasını bir türlü hazmedemiyoruz.

Türkiye'de yapılan Çingene müziğiyle, Avrupa'da ve Amerika'da yapılan Çingene müziği arasında kalite açısından herhangi bir fark var mı?
Doğrusunu söylemek gerekirse, Avrupa'da ve Balkanlar'da yapılan Çingene müziği, bizden daha iyi. Bir kere, Avrupa'da Roman dili var, Romanca'yı çok iyi konuşurlar, türküleri-şarkıları Romanca telaffuz ediyor, Romanca okuyorlar. Mesela Makedonya'da, televizyonda bir kanalda haftada iki gün Romanca ders veriliyor. Orada öğreniyor, kendi kültürünü yaşatıyor insanlar, bizde öyle bir şey yok ki. Ben Romanca bilmiyorum, öğrenemedim, çok kötü bir durum yani. Kanada'ya gittim, Julia adında, İspanya’dan göç etmiş muhabir bir kadın vardı, nasıl Romanca konuşuyor anlatamam. Brenna'ya dedi ki: "Yaa, nasıl Roman bunlar, kendi kültürlerini bilmiyorlar, Romanca konuşamıyorlar!" Neredeyse Roman olduğumuza inanmayacaktı kadın. Brenna kadını zor ikna etti Roman olduğumuza.

Brenna dediğiniz kişi, Kanadalı Brenna McCrimmon olmalı. Birlikte yaptığınız bir albüm vardı değil mi?
Evet, 97 yılında yapmıştık. Üç ay önce TRT 2'de Dünyanın Türküsü'nde bir programımız oldu bizim, Hüsnü Şenlendirici'nin programıydı. Brenna buradaydı o zaman. Rating patlaması olmuş, program yönetmeni telefon açtı daha sonra, teşekkür etti.
Brenna Türkçe'yi on yaşında öğrenmiş... Rumeli Türküleri'ni hep 45'lik plaklardan dinlemiş, geniş de bir repertuvarı var... Çok güzel bir albüm olmuştu.

Günün birinde dünya çapında tanınmış bir müzisyen olacağınızı hiç tahmin etmiş miydiniz?
Yok! Hiç böyle bir hayal kurmadım, öyle bir şey aklıma bile gelmiyordu. Demek ki bu cevher bende var ki oldu. Çalıştığım yere çok sayıda yabancı geliyor beni dinlemek için... Guardian'daki o İngiliz yazar da iki sene önce geliyordu çalıştığım yere; söylüyordu dublesini, can kulağıyla dinliyordu, kapatıyor gözlerini, kendinden geçiyordu. İki-iki buçuk ay önce de benimle ilgili o yazıyı yazdı; beni dünyanın en iyi üç klarnetinden birisi olarak tanıtıyor. Avrupalılar Çingene müziğiyle bizden daha çok  ilgileniyor; nefes bile almadan dinliyorlar. Bizden müzikal algı konusunda daha üstünler.

Fatih Akın'ın İstanbul Hatırası-Köprüyü Geçmek ve Duvara Karşı filmlerinde de varsınız...
Fatih Bey, biliyorsunuz Hamburg'ta yaşıyor. Orada bizim Brenna'yla olan albümümüzü alıp dinliyor, çok seviyor. Tabii filmden sonra samimi olduk. “Selim Abi, akşam eve gidiyorum, koyuyorum sizin albümü, bana böyle ninni gibi geliyor,  dinlendiriyor beni.” diyor. Duvara Karşı projesi için demiş ki: “Ben bu projede mutlaka Selim Abi'ye çaldıracağım.”
Ondan sonra İstanbul Hatırası'nı çektik, orada da epey yer verdi bana.


Bu söyleşi, 2006 yılında, Cumba İstanbul’un ‘toplumsal değişim’ konulu sayısı için yapılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder