9 Temmuz 2012 Pazartesi

Yazarla Tanışma!

O ânı sanki bugün yaşamış gibi hatırlıyorum: Zifiri karanlığın içinde, tekinsiz bir dağın eteklerinden zirvesine doğru tırmanıyorduk. Değil çevremizi görmek, önümüz sıra yürüyen arkadaşlarımızı bile zar zor seçebiliyorduk. Yüksek, yabani otlarla çevrelenmiş dağın eteğinde, üzerimizde kurşun geçirmez yelekler ve elimizde hafif, yarı otomatik tüfeklerle on yedi kişi, sürekli tetikte, sessiz sedasız ilerliyorduk. Sanki her an karşımıza birileri çıkıp da üzerimize kurşun yağdıracaktı. Tim komutanı dahil, hepimiz korku içinde olmalıydık. Öyle tahmin ediyorum. Yoksa fısıltıyla da olsa konuşanlar olurdu içimizde; ya da mırıltıyla şarkı söyleyenler… Oysa çıt çıkmıyordu kimseden… Tek yaptığımız, kan ter içinde, tehlikenin nereden geleceğini kestiremeden, ürpertili bir halde dağın zirvesine doğru tırmanmaktı hızlı adımlarla.

Sonra bir şey oldu: Elli metre sağımızdan hışırtılı bir ses geldi; ansızın büyüyüveren ses dalgaları gibi üzerimize çökmesiyle gökyüzüne yükselmesi bir olmuştu. On metrelik aralıklarla tek sıra halinde yürüyen on yedi kişi, gayri iradi biçimde ‘zınk’ diye duruvermişti. Ses şunun gibi başlayıp birkaç saniye içinde de şu şekilde devam ederek şöyle bitmişti: Hışır hışır hışır hışşşşş hışşşşş hışşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşş! Öylesine hızlı olup bitmişti ki her şey, yere yatıp mevzilenmeyi dahi akıl edememiştik. Elimizde yarı otomatik tüfeklerle ayakta kalakalmış, bakışlarımızı sağ tarafa doğru çevirebilmiştik. Ölüm ânı dedikleri şey olmalıydı bu. Çünkü çevremizdeki her şey, sanki bizlerle birlikte donuvermişti.

Size o an aklımdan neler geçtiğini anlatayım mı? Emin olun ki hiçbir şey düşünemedim: Ne ailem, ne arkadaşlarım, ne de sevdiklerim geldi aklıma. Sanki beynim durmuştu o birkaç saniye içinde, hissedebileceğim her şey silinmiş ve benden geriye sadece, bir tek kendini düşünen, kendi öz varlığına sarıldıkça bencilleşen bir varlık kalmıştı. İşte o gün içimdeki yazarla tanışmıştım...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder