Cevat Turan'ın kesintisiz
öyküleri için derkenar:
İNSANIN ÜŞÜDÜĞÜ
YER
2009
yılında Komşu Yayınları'ndan çıkan İnsanın
Üşüdüğü Yer, Cevat Turan'ın ilk öykü kitabı. Öncesinde Usuldan Bir Hüzün (Çivi Yazıları) ve Gözlerine Sakla Beni (Günizi Yayıncılık) adlı iki şiir kitabı
yayımlayan yazar, üçüncü kitabı İnsanın
Üşüdüğü Yer'de bize, 8 öykü anlatıyor. Otobiyografik özellikler taşıması ve
80-90 yıllarını kapsaması hasebiyle bu öykülere bir çeşit 'dönem öyküleri' diyebilir
miyiz bilmiyorum ama, dönemin ağır çalışma koşullarından devrimci
karakterlerine, yoksulluk olgusundan birlikte hareket etme duygusuna kadar
geniş bir yelpazeye yayıldığını ve 'insan-merkezli' bir yapıya sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Bu yüzden, ne idealize edilmiş bir toplum, ne de salt didaktik/ajitatif bir söyleme
yaslanmış devrimci karakterler görülebilir öykülerde; toplumsal dokuya ilişkin
bütün ayrıntılar insana özgü korkularla verilirken, kaçınılmaz olarak karanlık
ve kasvetli bir atmosfer oluşturulur okuyucunun çevresinde.
SOSYAL YAŞAMIN İŞKENCESİ
Kitabın
ilk öyküsü olan "Sadece Ben Gördüm, Siz Uyuyordunuz", 'yavaş yavaş esen rüzgârın, ağaçların ölü yapraklarını boş ve sessiz
sokaklara savurduğu' bir sonbahar gecesiyle açılmaktadır sözgelimi.
Yoksul
ve devrimci bir karakter olan ben-anlatıcı, içinde yaşadığı kentin insanları
gibi yalnız ve mutsuzdur. Bir memur kentidir bu kent; sanki 'herkes yorgun, omuzları düşük bir şekilde,
bir gürültü yumağı gibi geçip gitmektedir' anlatıcının önünden (s. 9).
"İnsanların yüzleri yarı karanlık ve korku içinde[dir]" ve onların mutsuzluğu,
anlatıcıya 'yalnız olmadığını düşündürten
bir bencillik duygusu verecektir' (s. 10).
Sabahın
ilk ışıklarını bile görmeden dere kenarındaki uçurum kıyısına kurulmuş tek göz
odalı gecekondusundan çıkıp geç saatlere kadar çalışan karakterin, akşamları iş
dönüşü karşılaştığı birisi vardır: Bir bankın üzerine kıvrılmış, sokaklarda
yaşayan sakallı ve kirli bir adamdır bu. Metnin küçük bir yerinde, anlatının alelade
bir parçasıymış gibi gösterilen bu durum, aslında öykünün arakesitidir; çünkü devrimci
karakterin, insanlara ve hayata yönelik çelişkili bakış açısını sorgulamasına neden
olacak, öykünün finali bakımından da ayırt edici bir nitelik taşıyacaktır: Kendisinin
aksine, yalnızlığını ve yoksulluğunu saklamadan yaşayabilme cesareti gösterdiği
için saygı beslediği ve varlığını duyumsasın diye ayakucuna oturduğu bu adamın,
bir sonraki aşamada -siyasi şubede- karşısına işkencecisi olarak çıkması, yaşamdaki
rastlantısallıktan ziyade metaforik bir düzleme işaret edecektir. Ruhsal bir
eziyete dönüşmüş yalnızlık, mutsuzluk ve yoksulluk halinden başka bir duruma,
gerçek bir işkenceciye duyulan yakınlığa ve fiziksel şiddete doğru çekilmenin
döngüsü olarak okunabilecek bu düzlem, zaman zaman diğer öykülerde de gösterecektir
kendisini.
DEVİNGEN SONBAHAR / KIŞ ÖYKÜLERİ
Cevat
Turan'ın öykülerinde, mevsimlerin sıklıkla sonbahar ve kış olması, kitabın
adının neden İnsanın Üşüdüğü Yer
olduğu konusunda okuyucuda yanlış bir intiba uyandırmamalıdır; çünkü 'insanın
üşüdüğü yerin neresi olabileceği' sorusu, öykülere derinlemesine bakabilen bir
okuyucuyu, kötü yaşam koşullarının fon olarak kullanıldığı 'insanlık durumları'yla
vücut bulan şu sözcüklere doğru sürükleyecektir: yoksulluk, yalnızlık,
mutsuzluk, sevgisizlik, ölüm, hayal kırıklığı, gelecek korkusu, ilişkilerin
yüzeyselliği, belirsizlik vb... 'İnsanın üşüdüğü yer', tam da burasıdır işte.
Anlatının
köy-kasaba-kent üçgeninde ve olay-kesit/durum öykücülüğüyle iç içe geçerek kurulması,
salt gereçlerin yerli yerinde kullanılması bakımından değil, aynı zamanda anlatının
devamlılığı açısından da önemli bir unsurdur. Kitaptaki öyküleri okurken, zaman
zaman tek bir öyküyü mü, yoksa kimi öykülerin farklı boyutlarını mı okuduğunuz şüphesine
kapılabilirsiniz çünkü.
Sözgelimi, dere kenarındaki tek odalı, penceresi gazete
kâğıtlarıyla kaplı, tahta kapılı evde kalan genç devrimcinin ("Sadece Ben Gördüm,
Siz Uyuyordunuz"), bir başka öyküdeki evi yine tek odalıdır ("Umut Hep Vardı"),
ama bu kez dere kenarında değil mahalle mezarlığının yanı başındadır ve
penceresi naylonla kaplıdır, annesinin yünden diktiği yer yatağı da sünger
yatağa dönüşmüştür. Ya da, "Umut Hep Vardı" öyküsünde, kiremit ocaklarında
çalışmaya başlayan genç devrimci, bir başka öyküde ("Güneş Hiç Isıtmadı ki"), kiremit
fabrikalarında çalışan genç işçi temsilcisi olarak çıkar karşımıza; yine yaşlı
bir annesi ve sakat bir ablası vardır, yine yoksuldur ve yine mücadele azmiyle
doludur.
Öykülerdeki
konusal geçişkenlik ve tematik ortaklıkla yakalanan bu anlatı şekli, bir
kesintisizlik/süreklilik duygusuna neden oluyor haliyle; ve öykülerin dönemsel
ve yer yer otobiyografik özellikler taşıdığını düşündürtüyor okuyucuya.
Belki
de yazar, kitabın açılış öyküsünde kahramanına söylettiği şu cümleyle, sonraki kimi
metinlerin habercisi olacak, öyküler arası geçişkenliğe vurgu yapacaktır: "Uyuyakalmıştım
oturduğum yerde. Ne kadar zaman uyumuştum, sabah mı olmuştu, yoksa hâlâ aynı
gecenin devamında mıydım, anlayamıyordum!"
YOKSULLAR, DEVRİMCİLER VE BİR DÖNEMİN SONU
Cevat
Turan'ın İnsanın Üşüdüğü Yer'de
anlattığı yoksulluk durumu, teknolojik gelişmenin zirveye çıktığı günümüzden
oldukça farklıdır, temel gereksinimleri için çalışmak zorunda kalan insanlar
vardır bu öykülerde; üstleri başlarındaki kılık kıyafetlerin yırtık pırtık ve yamalarla
kaplı oluşu yoksulluğun derecesi hakkında fikir edinmemizi sağlayacaktır.
Devrimci
karakterler ise, kitaplar arasında, sanata ve şiire ilgi duyan, en yakın
arkadaşları ya da yoldaşları tarafından hep yarı yolda bırakılan, toplumsal
yaşama ilişkin çelişkili düşünceler taşıyan tiplerdir. Sosyalist ideolojiye
sahip, 'düzeni değiştirme' iddiasındaki bu tiplerin -pek az karşılaştığımız-
kimi 'sloganik söylemleri'nin öykülerin bütünlüğünü zedelemeden -mesaj
kaygısından azade- yenilgiyle nihayete ermesi, Cevat Turan'ın en büyük başarısı
sanırım.
Çünkü
bir dönem, yenilgiyle kapanacaktı ve öyle de oldu. Ama yazarın bir öykü
başlığına gönderme yaparak söyleyecek olursak, insana dair 'umut hep vardı'...
Varlık dergisi, Eylül 2013