Melankoli Yazıları’ndan...
KRONİK BEYİN SENDROMLARIM!
Akrep, 21'nci asrın üzerindeydi; yelkovan, 20'nci asrın son çeyreğinde.
Hayat öyle başlamıştı.
Hayal böyle, oyun şöyle:
I. PERDE
O, Pamuk Prenses'ti.
Masal kahramanıydı.
Gördüklerimin, görebileceklerimin en tatlısıydı.
Gide gide salak gibi âşık olmuştum, bula bula alık gibi onu bulmuştum; çünkü her Pamuk Prenses’in bir yedi cücesi olduğunu -o an için- nedense unutmuştum.
Yakınımdaydı; yanı başımda saymıştım.
Yanı başımdaydı; düşlerim gerçek oluyor sanmıştım.
Ellerimi açsam sanki avuçlarıma düşecekti, avuçlarımı açsam sanki ellerimde yeşerecekti.
Açıyordum... Ve her açışımda ellerime, cücelerin en büyüğü bir sigara tutuşturuyordu, “Allah sabır ihsan eylesin sana,” diyordu; kasvetli duman ardındaki bilgiç görünümü ve kurduğu cümlelerle de aklı sıra bana yardım ediyordu: “Cık, olmaz bu iş!”
Ama yanı başımdaydı, şöyle bir uzansam sanki olacaktı.
Yaşlı cücenin kuşkusuz bildiği bir şeyler vardı; ve ben bu pis cücenin dünyayı başıma yıkmasına müsaade etmektense konuyu hemencecik kapatacaktım.
Gözlerindeki anlamı yanlış yorumluyor olamazdım; elimi uzatınca -hiç değilse- dokunabilecek kadar bir yakınlığı doğru hesaplıyor olmalıydım.
Elimi uzatıyordum... Ama bu kez, cücelerin en küçüğü elime bir içki kadehi tutuşturuyor, “Abi gel vazgeç bu sevdadan, senden zerre hoşlanmadığı için böyle ters davranıyor,” diyordu; gözlerinde dönenip duran alkol derecesi ve yaptığı hoş sohbetle de bana sözümona yardım ediyordu: “Zor senin işin, zor!”
Ama ya bu işte bir terslik vardı, ya da bende! İnsan bütün hayatı boyunca kaç kişiyi bu denli yakın hissedebilirdi ki kendine!
Hayalle gerçeğin birbirine denge unsuru oluşturamadığı içsel koridorlarımdan, ruhsal süreçlerimden geçerken elimi uzatıyordum ‘bakar mısın’ demek için... Ne alakası varsa, cücelerin en ortancası dönüp bakıyordu: “Vallaha boşuna zorlama, imkânsız böyle bir şey!”
İnanmayan bakışlarıma, gözlerinde asılı duran ‘kerizim benim’ ifadesiyle bakıyor, beni felaketin eşiğinden döndürmek umuduyla da iyiniyet yüklü ses tonuyla, kâbusum olabilecek o en olmadık şeyi söylüyordu: “Bugün onu prensiyle gördüm!”
Bu nasıl işti, anlamıyordum!
Sanki cüceler onun değil de benimdi.
Sanki onun yanında değil de ‘hayır kurumu’nda çalışıyorlardı.
Sözbirliği etmişçesine hepsi birden bana ne diye yardım ellerini uzatıyordu ki.
Şüphesiz beni çok seviyorlardı; ama ben hiç ayrımsız cücelerin yedisinden de nefret ediyordum.
O Pamuk Prenses’ti.
Masal kahramanıydı.
Gördüklerimin, görebileceklerimin en tatlısıydı.
Gide gide salak gibi âşık olmuştum, bula bula alık gibi onu bulmuştum.
Ve her Pamuk Prenses’in sadece bir yedi cücesi olmadığını, aynı zamanda bir prensinin de olması gerektiğini, kerizlere has bir olağanlıkla -o an için- unutmuştum.
Akrep, 20’nci asra takılı kalmıştı; yelkovan, akrep’e.
Hayat öyle hareketsizdi.
Hayal böyle titreşimsiz, umut şöyle heyecansız:
II. PERDE
Ahhh, kalbim!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder